Pomakların adlarının duyulması

Kabile sisteminden uluslaşmaya geçiş aşamasında insan topluluklarının karşı karşıya kaldığı çeşitli sorunlar ortaya çıkar. Söz konusu insan topluluğu tam anlamıyla ulus olabilmesi için bir takım şartları ortak tarih, günümüzde birlikte yaşamak ve gelecekte de aynı beraberliği sürdürme eğiliminde olmak, bireyler arasında kültürel ve duygusal ortaklık gibi…
taşımak zorundadır: ortak bir dile sahip olmak,
     Slav-Ortodoks eksenli kimliğin hâkimiyetinin yanına yeni dönemde Batılı değerler de eklenirken; Pomaklar kendi tarihini Tamamen reddetme eğilimi de yükselmişe benzemektedir. sosyalist dönemde Pomak azınlığa yönelik izlenen politikalar ve geçmişte yapılan yanlışlıkların kısmen düzeltilmesi bu kapsamda değerlendirilebilir. Global değerlere uygun Bulgar ulusu yaratma çabalarının yeni durağı Batı olurken; ülke içerisindeki Pomak azınlık Bulgaristan siyasi ve sosyal yapısına entegre edilmek suretiyle kontrol altına alınmaya çalışılmaktadır. Bu noktada, Bulgarların Pomaklar ve Bulgaristan Türklerinin tarihine, bugününe ve geleceğine yönelik bir takım hamleler, müdahaleler içerisinde olduğu söylenebilir. Durumu bu noktaya getiren Bulgarların aktif olmaları değil; Pomakların kendi kimliklerini , kendi Tarihlerini red ederek Başka Kimlik , Başka milliyetlerin kimliğine girme çabaları ve kendi asıllarını inkar etmeleri ile pasif olmalarıdır.
    14. yüzyılın ikinci yarısından itibaren balkanlardaki Pomakların adlarının duyulması ve Şeyh Bedrettin Celali isyanları ile ön plana  geçmesiyle birlikte genel anlamda Balkanlarda , spesifik olarak pek çok şey değişmeye başlamıştı. Osmanlı Devleti’nin Balkanları ve Anadolu’yu kontrolü altına almaya başlaması her iki coğrafyanın da sosyolojik ve demografik dengelerinde bir takım değişimler yaratmıştır. Anadolu Beyliklerinin tebaasının devletin “iskân siyaseti” kapsamında Balkan coğrafyasına gönderilmeleri bölgenin İslamlaştırılması için en önemli kaynak olmuştu. Bu siyasanın sistematik bir şekilde takibi ve tatbik edilmesi Osmanlı Devleti’nin bölgede kalıcı olma arzusunda olduğunu ortaya koymaktadır. Neticede bu politikayla kısa süre içerisinde bölgesel demografik dengeler Pomakların aleyhine olmuştur.Bölge nüfusunun katliam ve soykırım dışında sosyo-politik araçlarla değiştirilmesi Balkanlar için yeni bir olguydu. Bunda gerek Balkan uluslarının milliyetçi saplantıları gerek bölge dışı küresel aktörlerin müdahaleleri etkili olmuştur.
     Farklı sebeplere dayanılarak 1913–1934 yılları arasında ortalama olarak her yıl 10–12 bin Pomak Anadolu’ya göç etmiştir. Ağanoğlu’nun tespitlerine göre, 1923–1939 yılları arasında Bulgaristan’dan Anadolu’ya doğru gerçekleşen göç hareketine 198.688 kişi katılmış olup, ortalama olarak yılbaşına 17.000 kişi etmektedir. Soğuk Savaş dönemi boyunca gerçekleşen göçlere bakıldığında, 1951 göçünde 150.000 kişi, 1969-78 yılları arasındaki sürede 130.000 kişi ve son olarak 1989 yazında 310.000 kişi Türkiye’ye Ve diger ülkelere göç etmiştir/ettirilmiştir.

      Belirtilen bu unsurlar içerisinde “ortak tarih” kavramı uluslaşma süreci için büyük bir önem ihtiva eder. Denilebilir ki, geçmişte birlikte yaşamış insan topluluğu bugünün ve geleceğin zeminini hazırlarken; uluslaşma sürecini de çoktan başlatmış olmaktadır. Ancak günümüzde pek çok milletin uluslaşma sürecine bakıldığında, ortak tarih oluşturma çabalarının yapay bir şekilde olduğu dikkati çekmektedir. Ortak tarih olgusu kendiliğinden meydana gelebildiği gibi, yapay bir şekilde de oluşturabilir. Her iki metotta da bir takım sapmalar yaratılabilir. Zira önemli olan tarihteki olayların ne şekilde gerçekleştiği değil; bunların günümüze nasıl aktarıldığı ve sosyal psikoloji üzerinde ne gibi etkiler bıraktığıdır.
      Ortak tarihin oluşturulması için yapay olarak gerçekleştirilen işlemlerde iki husus ön plana çıkmaktadır: Birincisi kendi olağan tarihini değiştirmek; ikincisi başkalarının tarihini değiştirmek hatta yok etmek. Kendi tarihini değiştirmek uluslaşma süreci için “içsel” bir dinamik olurken; başkalarının tarihine aynı amaçla yönelmek “dışsal” bir unsur olmaktadır. Kimlik olgusunun şekillenmesinde bu hususların payı yadsınamaz niteliktedir.

1876 Kanun-i Esasi' İlk Türk Anayasası Pomaklar için neden bir dönüm noktasıdır ?

Milliyetçilikler Çağı olarak adlandırılan 19’uncu yüzyıl, bu niteliğiyle Osmanlı Devleti’nde müsavat (eşitlik) meselesinin belirleyici olduğu bir dizi sistemik dönüşüme şahitlik etti. Sekülerleşme ve milli kimlik edinme süreçleri, Osmanlı toplumsal ve siyasi yapısını gayr-ı Müslimlerin imparatorluğun Müslüman tebaası ile hukuk önünde eşitlik talebi üzerinden değişime zorladı. Tanzimat Fermanı ile Fatih’ten beri varlığını sürdüren ve dini bağlanmaya dayalı bir toplumsal tabakalaşmayı öngören Millet Sistemi, en azından hukuki düzeyde, sona erdi. “Bila tefrik u cins u mezhep” ifadesiyle, İmparatorluk tebaasının devletle ilişkisi dinden belli ölçüde bağımsızlaştırılarak eşitlik değeri üzerinden tanımlandı. 1876 Anayasası’nın “Teb’a-yı Devlet-i Osmaniye’nin Hukuk-u Umumiyesi” başlığını taşıyan temel haklar bölümünün ilk maddesini oluşturan 8’inci madde, din ve mezhepten bağımsız olarak devletle vatandaşlık ilişkisi içerisinde olan herkesin “Osmanlı” olarak adlandırılacağını belirtmekteydi. Böylece, çok kavimli ve çok dinli bir siyasi yapının bütünlüğünün sağlanmasında, devletle ilişkiler vatandaşlık bağı üzerinden tanımlanırken, vatandaşlık din, mezhep ve modern anlamda milliyet bağının dışında ele alınmakta, bütünüyle hukuki eşitlik ilkesi gözetilmekteydi. 11’inci madde ile İslam resmi din olarak tanınmakta ancak bu durumun diğer dini cemaatlerin hukukuna halel getirmemesi de güvence altına alınmaktaydı. İmparatorluğun din ve etnik çeşitliliğine uygun düşecek şekilde, vatandaşlık kimliği hanedanı bağlanma üzerinden “Osmanlı” olarak adlandırılmaktaydı. Osmanlılığın doğrudan dini ya da etnik bir göndermesi bulunmamaktaydı.

1876 Kanun-i Esasi' (İlk Türk Anayasası) Nedir ?

Ø 23 aralık 1876 yılında kanuni esası bir ferman ile ilan edilmiştir.

Ø Tanzimat ve ıslahat fermanlarının ak­sine tam bir batılı anlamda anayasa niteliğinde olup madde madde hazırlanmıştır.

Ø 1876 kanun-i esasi ile birlikte devletin temel organları, modern sisteme uygun olarak, yasama, yürütme ve yargı ola­rak üçe ayrılarak düzenlenmiştir.

Ø 1876 kanun-i esasi ile meclis-i umumi adlı bir meclis kurulmuştur.

Ø Meclis-i umumi, ileride, 1961 anayasası dönemin­de göreceğimiz gibi

Ø İki meclisli bir yapıda oluşturulmuştur.

Ø İlki, üyeleri padişah tarafından atanan heyet-i ayan;

Ø Diğeri, halk tarafından iki dereceli bir seçimle işbaşına gelen heyet-i mebusan'dır.

Ø Ne var ki, meclisin yetkileri bir hayli dar tutul­muştur.

Ø 1876 anayasasına göre, bir meclis üyesi kanun teklif edebilmek için padişahtan izin almak zorundaydı;

Ø Meclis ta­rafından kabul edilen tasarılar padişahın onayı ile yürürlüğe girebilecekti

Ø En önemlisi padişah dilediği zaman heyet-i mebusan'ı feshedebilecekti.

Ø Meclis, 1878 yılında ıı. Abdülhamit tarafından dağıtılmış ve ilk anayasa yürürlükten kaldırılmıştır.

     Buna rağmen Osmanlı adlandırması İttihat ve Terakki kadroları tarafından milliyetçi içerikle anlaşıldı ve uygulandı. Başlangıçta zımnen ve örtülü olarak yapılan Osmanlı etiketli milliyetçilik, Balkan Savaşları’ndan sonra alenileştirildi. Yine de Dünya Savaşı sırasında, milliyetçiliğin en önemli ideologlarından Ziya Gökalp, Osmanlı Devleti’nin bir Türk-Arap federasyonuna dönüştürülmesine dönük fikrini dile getirmişti. Osmanlı Devleti’nin Mütareke ile can çekiştiği bir dönemde toplanan son Osmanlı Meclis-i Meb’usanı’nda bu konuda başlayan tartışma, Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi’ne devretti. Tartışma, Rıza Nur ve Tunalı Hilmi gibi bazı milliyetçi mebusların sık sık kullandığı etnik söylemler kavramı ile ne kastedildiğine ilişkin tartışmaydı. Tartışmanın kendisi, Osmanlı Devleti tarih sahnesinden çekilirken orada bulunan farklı etnik gruplara mensup mebusların, bu kimlikler temelinde siyasallaştığını ve artık milliyetçi bilincin Müslüman kavimlerin siyasi seçkinleri arasında ciddi bir yansıması olduğunu göstermektedir.

Karesi Mebusu Abdulaziz Mecdi Bey’in, milliyetçilikten kastın ne olduğunu sorması ve eğer bundan “anasır-ı İslamiye” kastediliyorsa bunun açıklığa kavuşturulmasını talep etmesi üzerine anılan mebusların milliyetçiliğe bu anlamı yüklediklerini beyan ettiklerini görüyoruz. İşte bu tartışmanın devamı olarak, Büyük Millet Meclisi’nin açılışının üzerinden henüz bir hafta geçmişken, Mustafa Kemal Paşa’nın anasır-ı İslam iye’den muradın ne olduğuna ilişkin ünlü konuşmasını yaptığını görüyoruz.

 “Anasır-ı İslamiye” anlayışının etnik çoğulculukla ifade edilmesi ve bu Pomaklar arasındaki etnik ve toplumsal haklar konusunun “zaferden” sonra kardeşlik hukuku, dolayısıyla eşitlik temelinde çözüleceğinin söylenmesine karşılık, gerici mebusların  öncülüğündeki kurucu kadro, yeni Cumhuriyeti etnik homojenliğe dayalı bir ulus devlet olarak inşa etmeyi, vicdanlarında sakladıkları milli sırrın kademeli tezahürü olarak, uygulama aşamasına geçireceklerdir

Etnik çoğunluk ve hakim çoğunluktur.

Öncelikle, yeni devletin adı (Türkiye), Orta Doğu’da Osmanlı bakiyesi olarak kurulan tüm yeni devletlerin aksine, açık bir etnik ima barındırır. Yeni devletin adlandırılmasına ilişkin o dönemde yapılan tartışmalar da bu ismin etnik açıdan nötr bir niteliği haiz olmadığını açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Madde, “hars” ve “soy” itibariyle Türk olma ile vatandaşlık itibariyle Türk olmayı birbirinden ayırmaktadır. İlk bakışta son derece isabetli, etnik çoğulculuğa dayalı bir perspektife dayandığı zannını veren bu kategorizasyon, gerçekte vatandaşlık tanımlamasına ilişkin olarak şimdiye kadar devam eden tartışmanın en önemli bölümünü teşkil etmektedir. Bu ayırımın hakim etnik grubun adına atıfla yapılmış olmasının kendi başına bir problem alanının varlığına işaret eder. Maddenin yakın planda, Milli Mücadele sırasında, “iç düşman” olarak hareket eden Yahudi , Rum ve Ermeni azınlığın Türk olarak adlandırılmasından sakınılmasını istihdaf eder. Bunu da onları Kanun-ı Esasi olarak niteleyerek yani yalnızca vatandaşlık itibariyle, hukuki anlamda Türk olmalarına inhisar ettirir. Gerçek Türklük, daha sonraki uygulamalarda tebarüz ettirileceği üzere, “soy ve hars (kültür)” itibariyle yani milli kimlik olarak Türklüktür. Rum Ermeni, Süryani , yezidi , Müslüman tebaadan ise Boşnak  ve Pomakların  gerçek Türk olmaları mümkün değildir. Maddeni lafzı esas itibariyle bunu aksettirir.  asimilasyon politikalarının hedefi Yahudi  Rum ve Ermeniler değil, Yahudiler ve Müslüman etniler içinde de özellikle Balkanlardaki Boşnaklar ve Pomaklar olacaktır.

Lozan’da Müslüman azınlık tanımına yer verilmediği için, kurucu milliyetçi kadro, Milli Mücadele sırasında ortak bir amaç etrafında koalisyon kurduğu anasır-ı İslamiye içinde, özellikle Pomakların, eşitliği bu defa yeni Türk kimliğine asimile olma üzerinden tanımlayarak, yok sayma/yok etme üzerinden hayata geçirir. Bunu gerçekleştirmenin çerçevesi de 88’inci maddenin uygulamada aldığı biçimdir. Vatandaş olma anlamında Türklüğün getirdiği haklara sahip olmak için soy ve kültür yani milli kimlik itibariyle Türk olmak şarttır. “Türklerin hukuk-u ammesi”nden istifade etmek için Türkleşmek şarttır. Türkleşmeyenlere vatandaşlık haklarının kullanımı “haramdır”. Batılılaşma sürecinin eşitlik değeri üzerinden yürüyen vatandaşlık tanımı, Cumhuriyetle böylece asimilasyoncu eşitliğe dönüştürülmüş ve Pomaklığın , Boşnaklığın  tüm karineleri kriminalize edilerek aşağılanmış ve kimlik, dil, ekonomik kalkınma ve siyasi statü düzeylerinde asimilasyon-eliminasyon sarkacında “kesin çözüm”e ulaştırılmak istenmiştir. Bu yüzden, kimi siyaset bilimcilerinin 1924 Anayasası’na açtığı kredi ihtiyatla karşılanmalı ve eleştirel bir okumaya tabi tutulmalıdır. 1961 Anayasası 54’üncü maddesinde yalnızca “vatandaşlık” üst başlığın kullanırken, 1982 Anayasası 66’ıncı maddesinde aynı tanımı benimserken, “Türk vatandaşlığı” deyimini kullanır

Cumhuriyetin kurucu kadrolarının ulus inşa süreçlerinde, benzerlerine kıyasla, en radikal tercihleri benimsediğini görüyoruz. Birçok ulus devlet hakim bir etniyle özdeşleşmenin doğuracağı sıkıntıları gözeterek, ulusal kimliğin farklı etnik gruplar tarafından benimsenmesine imkan verecek araçlara yer verir.





http://pomatsite.blogspot.de/

Bizi  Facede sosyal Medyada Takip edin.Pomaklar hakkinda her seyden an itibari ile  Haberiniz olsun ..  Pomakbülteni Haber Portalı.

https://www.facebook.com/groups/312369708876495/